1 Aralık 2011 Perşembe

Stadt’da Bir Tur…



Bitpazarından sonra biraz sokaklarda, biraz da çarşıda bulunan kiliseye gitmek istediğim için hemen eve koşup daha hafif bir çanta ile attım kendimi sokaklara.  İlk olarak çarşının tam ortasında bulunan Stadtpfarrkirche St. Blasius’a gittim. Bina bence dıştan hiç kiliseye benzemiyordu ve arka tarafı ön kısmına göre daha sadeydi. 



İçi ise diğer kiliselere göre daha renksiz gelmesine rağmen yine muhteşemdi. Bayılıyorum kilise, cami gibi mimari yapılara zaten. Bu şehir de ise fazlasıyla güzel yapı vardı. Yüksek tavan bana huzuru çağrıştırdığı için bir yapıdaki en sevdiğim şeydir. Bu kilisede ise fazlasıyla var gördüğünüz gibi…


Kilisenin arka tarafında bir yatır bulunuyor.


Ve dilekler kabul olsun diye dikilen mumlar. Bu kiliseye mum dikmedim ne yazık ki.

Enfes tavanlar ve renkli dekorlar,



Rahip hatırımı kırıp vaaz verirmiş gibi yapmadığı için boş resmini çektim.


Hazır gitmişken günahlarımı da bıraktım ve bu kilise turuma son verdim.


Bu programı dinlemek ise saatleri ve tarihleri yüzünden olmadı. Yanlış hatırlamıyorsam 13 Kasım programındaki koroda sevgili damat da olacaktı. Sorry Klaus…


Kapı önünde poz vermezsem olmazdı tabii…



Tam ayrılırken rahibe Oska ile karşılaşınca poz poz isteyerek yapıştım kollarına ve O da bana kıyamadı :)

Akşama daha çok vakit olduğu için biraz tek başıma dolaşmanın keyfini çıkardım. Kimsede olmadığı için iki koca çilekli pastayı gönül rahatlığı ile yedim ve hiç de pişman olmadım. Oradan aldığım kilolar burada uçuyor ne de olsa :) Benim pastalarım sağda…


Bu şehir barok bir şehir olduğu için binalar çok güzel, çoğu da yıllar öncesinden kalma. Restorasyonları yaparken bizdekinin tersine gerçekten gerçeğini korudukları için hepsi müthiş. O nedenle kafam hep havalarda gezdim.


Kafam aşağılara indiğinde bu nefesimi kesen maskelerle karşılaştım. Maskelere bayılıyorum, sakdaki ise favorim oldu ana ne yazık ki sevgilim evde maskelerimi istemiyor, şimdilik, yakında isteyecek ya da istemek zorunda kalacak :)


Karşı vitrinde ise şimdiye kadar gördüğüm en sevimli yağmur botlarını gördüm. Ben hiç yağmur botu insanı değilim balığa gitmediğim sürece, o nedenle vitrinde kalmasını daha uygun gördüm. Vitrin dekoru ise çok hoşuma gitti.


Vitrin demişken buranın bir eczane vitrini olduğuna inanmakta oldukça güçlük çektim. Babacım böyle bir dekor yapsa yurdum insanı manav zannedebilir. Bina için söylenecek bir şey yok zaten.



Ve yine ruhumu karartan boş sokaklar, hemen kaçtım oralardan.


Sarı sonbahar burada fazlasıyla kendini gösteriyordu.


Tam yapraklara bakarken yanımdan çok yakışıklı bir İtalyan geçti, hemen bu anı ölümsüzleştirdim. En az bir İtalyan takım elbise kumaşı kadar kusursuz Ferrari, bir gün birlikte gezelim istiyorum. :)


Veee uzaktan bana göz kırpan kumaşçıya doğru yol aldım. Buradan aldığım kumaşlarla anneciğimin başarılarını arttırmayı düşünüyorum.


Bu da yılın en sevdiğim dönemi olan yılbaşının kumaşa dökülmüş versiyonu.


Ve halloween yakın olduğu için mağaza kenarlarındaki kabaklardan bir parça.


Yeterince yoruldum ve akşama İlkemle kahve içmeye gideceğimiz için evin yolunu tuttum.

Love,
Sinem










Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...