Fulda’da acele günlerimden birini de bir öğleden sonra göl ve tepede geçirdim. En makyajsız ve süssüz halimle, daha saçlarımı bile kurutmaya fırsat bulamadan arabaya binmiştim bile. Tabii rahat araba yolculuğumun bütün gün süreceğini düşündüğüm an yanıldığım andı. Uzun bir yokuş beni bekliyordu. Çıkarken hızım kesilmesin diye resim yok ama inerken böyle gözüküyordu.
Tepede hemen oturdum, uzun uzun baktım etrafa…
Daha sonra Dom’un kulelerine bir selam gönderdim. Gözüme nedense hep çarpan yer oluyor.
Bu evi de kendime beğendim…
Bu şehirde sadece ilginizi çekecek binalar değil, her an her yerde gözünüze heykeller, değişik yapılar çarpıyor. Ben çıkarken fark etmedim ama inerken bu güzel heykelleri gördüm. O kadar çoklar ki hangi birini çekeceğimi bilemedim açıkçası.
Yeni duş almış olmamın arkasına sığınarak bu güzel yaprakların arasında resim çektirmemiş olmamın pişmanlığını yaşıyorum şu an.
Ve bu ağaca bayıldım.
Burayı bitirdim, sırada göl var. Bu sefer tepe yoktu ama uzun, bütün sonbahar renklerini barındıran renklerle birlikte yürüdüğüm huzur dolu bir yol.
Sonunu göremediğim göl…
Sonunu göremedim ama bir kuğu görmeyi başardım, yanımda ekmek taşımadığım içinde biraz kızdırdım onu.
Bir göl pozu da verdim.
Bütün kuşların cinslerini de öğrenmek isterdim ama hiç ilgimi çekmedi, merak edenler baksın.
Bütün renkleriyle sonbahar yaprakları ve gezimin sonu.
Love,
Sinem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder