Arkadaşlarımla gittiğim kısacık bir 8 gün geçirdim, güzel anılar bıraktım seneye kadar. Bence huzurun tanımının yapılabileceği yegâne yer. Artistlik taslamayacağım, zira Bozcaada’ya bu yıla kadar tek gitmeyen benim diye düşünüyorum.
Hemen başlayalım; ada yolculuğumuz yıllardır gidenlerin çokbilmişliği yüzünden aksilikle başladı. -ooo vapurun kalmasına daha çok var. dediklerinden 9’da geçecekken 11 vapuru ile geçmemiz şahaneydi (vapur 9.00’da kalkacakken 8.25’de kalktı ama yine de ben vızıldadım)
Adanın en çok kapılarını sevdim rengârenk kapılar ruhumu aydınlatmaya yetti. Bununla ilgili olarak gecikmiş postlarımın bin bilmen kaçıncısı olarak önümüzdeki gülerde görebilirsiniz. Ama bu ön gösterimi olsun…
Karşıya geçer geçmez kahvaltı yaptık sonra birazcık gezindim. İlk olarak Salhane’ye gittim. Eskiden burası çok güzel bir barmış ama artık sadece çok güzel manzarası olan bir yer. Hala buradan denize nasıl girmediğime şaşarım. Yol mamurluğu olsa gerek.
Ve hayallere daldığım nokta umarım dileğim gerçek olur…
Sonra hemen Ayazmaya tepeden bir bakış attım ve hala bakarak zaman kaybettiğimi anlayarak aşağıya indim.
Biz Ağustos ortası gittik, normalde o aralar dolu olmasına rağmen (söyleyenlerin yalancısıyım) neredeyse bomboş denecek kadar boştu. Öyle ki her gittiğimizde hep oturmak istediğimiz yerde yer bulduk. Çok şanslı olduğumu söylemiş miydim bilmem ama öyleyim duyurulur.
Evet, su denildiği kadar soğuktu ve yeterince söylenmediği kadar harika. Şu an yazlıktayım ama o harika denizden sonra da Marmara ürik asit gibi geliyor üzgünüm.
Ayazmadan sonra kısacık bir ada turu yaptık. Göremediğim kilise içime dert oldu. Ama önünde poz verdim tabii. (ben döndükten sonra açılması da ayrı bir konu zaten)
Kendimi ipe asarak bir ilki de gerçekleştirmiş oldum :)
Ada turuda yaptık, çok kısa ve ne olduğunu anlamadan bitti. İlk durak herkesin tavsiye ettiği gün batımıydı.
Sevdim, hayallere daldım, battı ve dünyaya döndüm.
Ama en çok sevdiğim rüzgârgülleri oldu. Zaten oldum olası sevmişimdir rüzgârgüllerini, ama hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Sesleri ve devasa boyutları ürkütmedi de değil. Unutmadan sadece 17 tane var ama adanın bütün elektriğini sağlıyor ve yetmezmiş gibi bir de Çanakkale’ye gönderiyorlar. Müthiş…
Turda Gülerada şaraplarını, üzümlerini ve reçellerini tattık. “Domatesten reçel mi olurmuş saçmalamayın” zırvalarıma tadıyla tokatladı beni domates reçeli. Şarapları da güzeldi.
Yolda kekik bile topladım. Kokusu hala burnumda mis mis…
Bunlarda turun diğer hatırlamadığım güzellikleri.
Adada en çok zorladığım şey kediler oldu, hiç rahat vermiyor yemek yerken. Ben korkumdan onlarla poz veremedim ama sahtesiyle verdim.
Kumlara aşkımı da yazmasam olmazdı zaten. Biraz fazla klişeyim bu günlerde.
Çok güzel günler geçirdim. Ah, bir de kâğıt oynamaktan vazgeçip daha çok gezseymişim keşke…
Korkuluklara bayılırım ama çiçek pastanesinin her ürününe daha çok bayıldım.
Kalenin önündeki cafeler gece çok güzel ve enteresan bir şekilde sakindiler. Ne yazık ki gittiğimiz zaman makinemi unuttuğum ve dönüp almaya üşendiğimden gece resmi yok idare edin. Aynı şey akvaryum içinde geçerli sorry.
Ve süsler, çiçekler, harika cafeler, satılmayan sandalye ve daha bir sürü Bozcaada…
Bu kapı süsü olan maskeye bayıldım. Bence harika bir dövme olur bundan.
Ayazma ve akvaryum dışındaki koylar ve kale sizinle seneye hesaplaşacağız.
Ama bitti döndüm. Dönüş pek bir hüzünlüydü :(
Yaşasın Lozan Antlaşması…
Love,
Sinem
3 yorum:
ben de hala gitmedim :( bu postu gördükten sonra da daha bi gidesim geldi ne güzel kareler..
deniz inanılmaz gözüküyor:)
elbisenizede bayıldım!
tubitos:git git git bayılacaksın :)
Fashionlicious Girl: elbisem zara canım ve deniz o kadar muhteşemdi
Yorum Gönder